 
                            İklim Riskine Dayanıklı Gayrimenkul ve Altyapı: Küresel Trendlerden Yerel Yansımaya
İklim değişikliği artık geleceğe dair bir öngörü değil; şimdinin en kritik gerçeklerinden biri. Artan sıcaklıklar, deniz seviyesindeki yükselme, sel, kuraklık ve orman yangınları gibi aşırı iklim olayları sadece çevresel değil; sosyal, ekonomik ve yapısal boyutlarıyla da tüm yaşam alanlarını etkiliyor. Bu değişim, özellikle gayrimenkul ve altyapı sektörleri için derin bir dönüşüm anlamına geliyor. Artık yalnızca estetik ya da maliyet gibi parametreler değil; iklim dayanıklılığı, sürdürülebilir malzeme kullanımı, çevresel etki azaltımı ve uzun vadeli direnç planları da proje tasarım ve finansman süreçlerinde belirleyici faktörler arasında yer alıyor.
Sadece konut ve ticari projeler değil; şehirlerin bütünsel tasarımı, ulaşım sistemleri, enerji altyapıları ve atık yönetimi gibi başlıklar da bu dönüşümden nasibini alıyor. Yeni nesil şehircilik anlayışı, her düzeyde iklim riskini hesaba katan, çevresel duyarlılığı yüksek ve veri temelli karar alma süreçlerine dayanan bir yapıyı zorunlu kılıyor. McKinsey Global Institute’ün 2020 tarihli çalışması, iklim değişikliğinin 2030 itibarıyla dünya GSYİH’sinin %1 ila %4’lük kısmını tehdit edeceğini öngörüyor. Özellikle deniz seviyesine yakın büyük şehirler, ısı adası etkisinin yoğun olduğu metropoller ve düşük altyapı direncine sahip bölgeler bu riskin merkezinde yer alıyor.
Bu yazıda, 2021–2025 döneminde yayımlanmış yerel ve küresel kapsamlı raporlardan elde edilen bulgularla, gayrimenkul ve altyapı sektörünün iklim risklerine
karşı nasıl yeniden şekillendiğini, özel sektör ve politika üreticilerinin bu alanda nasıl pozisyonlandığını ve Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde sürecin ne ölçüde takip edildiğini inceleyeceğiz. Ayrıca bu değerlendirmeler yapılırken zaman içinde nasıl bir ilerleme veya yön değişikliği yaşandığını da göreceğiz.
İklim Kriziyle Şekillenen Yeni Gayrimenkul Gerçekliği
Willis Towers Watson (WTW) tarafından 2021 yılında yayımlanan "Climate-Related Risk Data Report" adlı çalışmada, gayrimenkul ve altyapı yatırımlarının iklim kaynaklı risklerle yüzleşme sürecinin artık kaçınılmaz olduğu belirtiliyor. Rapor, risklerin yalnızca aşırı hava olayları sonucu oluşan fiziksel hasarlarla sınırlı kalmadığını; aynı zamanda değerleme, sigorta ve yatırım davranışlarında da ciddi değişimlere yol açtığını vurguluyor.
Bu bağlamda WTW ve World Business Council for Sustainable Development (WBCSD) tarafından hazırlanan 2023 tarihli "Climate Risk and the Opportunity for Real Estate" raporu, gayrimenkul sektörünün karşı karşıya olduğu riskleri dört temel başlıkta inceliyor:
Bu risklere rağmen raporlar, aynı zamanda önemli fırsatların da ortaya çıktığını belirtiyor. Özellikle net sıfır hedefleri doğrultusunda geliştirilen binalar, enerji verimliliği sağlayan sistemler ve yeşil altyapılar, uzun vadede yatırımcıya daha yüksek getiri sağlıyor. IPCC’nin Altıncı Değerlendirme Raporu (2023) da bu durumu bilimsel olarak destekliyor. Rapora göre, iklim olaylarına karşı kırılganlık yalnızca altyapı yetersizliklerinden değil, aynı zamanda geleceğe yönelik kapsamlı uyum planlarının eksikliğinden kaynaklanıyor.
Ek olarak, CDP (Carbon Disclosure Project) 2024 raporu, dünya genelindeki büyük şehirlerin %80’inin aşırı hava olaylarından kaynaklı ekonomik kayıplar yaşadığını bildiriyor. Bu kayıpların yalnızca 2023 yılında 300 milyar doların üzerine çıktığı tahmin ediliyor. Böyle bir ortamda, iklim riskini göz ardı eden yatırımların uzun vadeli sürdürülebilirlikten uzak kalacağı artık net. Aynı zamanda bu tür yatırımların sigorta primlerinin yükseleceği ve yatırımcı nezdinde değer kaybına uğrayabileceği de vurgulanıyor.
Özel Sektörün Adaptasyonu: Riskten Değere Geçiş
İklim değişikliğinin etkilerini yalnızca kamu politikalarıyla sınırlamak artık yeterli değil. UND'nin 2023–2025 Özel Sektör Stratejisi ve "Pathways to Climate Resilient Net-Zero Supply Chains" raporu, özel sektörün bu dönüşümdeki rolünü net bir şekilde ortaya koyuyor. Bu belgelerde, özel sektör aktörlerinin sadece emisyon azaltımına değil, aynı zamanda iklim şoklarına karşı organizasyonel, finansal ve fiziksel dayanıklılığı artırmaya yönelik stratejiler geliştirmesi gerektiği ifade ediliyor.
Gayrimenkul projeleri açısından bu şu soruları gündeme getiriyor:
Özellikle tedarik zincirlerinde sıfır karbon hedefleriyle birlikte, sürdürülebilir malzeme tedariği, lojistik planlaması ve üretim süreçleri yeniden ele alınıyor. UNDP raporları, yalnızca karbon ayak izini düşürmenin değil; aynı zamanda adaptif çözümler geliştirmenin de yatırımcı gözünde kurumsal değeri artırdığını belirtiyor.
Bunun yanı sıra, Real-Estate Sector Risks Briefing (2023) gibi analizler, yatırımcıların artık projelerde uzun vadeli iklim risklerini göz önünde bulundurduklarını gösteriyor. İklim dayanıklılığı, yalnızca bir sertifika konusu değil; kurumsal itibarın, sürdürülebilir gelirin ve sosyal etki yönetiminin bir parçası olarak algılanıyor.
OECD’nin 2024 tarihli “Infrastructure for Climate Action” başlıklı raporu da bu yaklaşımı destekliyor. Rapora göre, her ülkenin altyapı yatırımlarının %60’ından
fazlası hâlâ iklim risklerine entegre edilmeden planlanıyor. Ancak bu durumun tersine çevrilmesi hâlinde, hem karbon emisyonları düşürülebilir hem de iklim kaynaklı ekonomik kayıplar %40 oranında azaltılabilir.
Veriye Dayalı Kararlarla Yerel Direnç: Türkiye’den Yansımalar
Ankara Sanayi Odası’nın 2024 yılında yayımladığı "Akıllı Şehirler: Teknoloji ile Sürdürülebilir Geleceğe Yolculuk" başlıklı çalışması, Türkiye’de iklim direncine ilişkin stratejik bir yol haritası oluşturma ihtiyacını ortaya koyuyor. Rapor, şehirlerin dijitalleşme süreçleri, veri altyapılarının geliştirilmesi ve karar alma mekanizmalarının bilimsel temellere dayandırılması gerekliliğini vurguluyor.
UNDP Türkiye’nin yerel ölçekli projelerinde de benzer yönelimler mevcut. Belediyelerle birlikte yürütülen iklim dirençlilik projelerinde, sürdürülebilir şehircilik
politikaları geliştirme, iklim risk skorlamaları yapma ve özel sektörle birlikte finansman modelleri oluşturma hedefleniyor. Ayrıca, Türkiye nin taraf olduğu Paris İklim Anlaşması ve Yeşil Mutabakat Eylem Planı gibi çerçeveler, özel sektör ve kamu idarelerine sürdürülebilirlik odaklı yatırım ve uygulamaları hayata geçirme konusunda önemli yol göstericiler sunuyor. Bu doğrultuda 2024 yılında açıklanan Türkiye Ulusal Enerji Planı da, yeşil altyapı projelerine uzun vadeli finansman mekanizmaları yaratmayı hedefliyor.
Türkiye’de veri odaklı planlama kültürünün gelişmeye başladığı ancak hâlâ kurumsal altyapı açısından yol alınması gerektiği de belirtiliyor. Yerel yönetimlerin, özel
sektörün desteğiyle açık veri sistemleri kurması, iklim risk skorlarını mahalle düzeyinde analiz etmesi ve bu verileri planlamaya entegre etmesi kritik öneme sahip.
Dirençli Yatırımlar Geleceğin Şartı
Bugün artık iklim riski, soyut bir çevresel mesele değil; yatırım ve planlama süreçlerinin ayrılmaz bir parçası. Yatırımcılar, şehir planlamacıları ve özel sektör
temsilcileri açısından iklim dayanıklılığı, sürdürülebilirlik sertifikalarıyla sınırlı kalmamalı; çok katmanlı bir değer sistemine dönüşmeli.
Uluslararası ve yerel düzeyde hazırlanan raporların gösterdiği üzere, dirençli altyapı projeleri, hem ekonomik hem de sosyal anlamda daha sürdürülebilir bir gelecek için temel teşkil ediyor. İklim riskine karşı daha güçlü, veri temelli ve uzun vadeli bakış açıları, sadece çevresel sürdürülebilirliği değil; yatırımcı güvenini, toplumsal istikrarı ve kurumsal itibarı da destekliyor.
İklim riskini sadece yönetmek değil, aynı zamanda stratejik avantaja çevirmek mümkün. Geleceği güvence altına almak, bugünkü yatırımların iklim dirençli, sürdürülebilir ve veri temelli bir anlayışla şekillendirilmesinden geçiyor.
Size daha iyi hizmet sunabilmek amacıyla çerezleri kullanıyoruz. Çerezler Hakkında Aydınlatma Metni için tıklayınız. Tüm çerezleri kabul etmek için “Tümünü Kabul Et”, zorunlu olmayan çerezleri reddetmek için “Kabul Etmeden Devam Et” seçeneğini kullanabilirsiniz. Ayrıntılar için Çerez Uygulamaları Politikasını inceleyin.